Ulusal Anma Günü’yle aynı güne
tekabül eden Indianapolis 500 Yarışı’nda, geçtiğimiz hafta
sonu belleklerde en çok yer edinen imge bir şişe sütü kafasına
diken birincimiz Ryan Hunter-Reay oldu.
Sponsorlardan Honda ve DHL de tebrik
reklamlarında süt içme görsellerine yer verdiler. Bu bana kalırsa
American Dairy Association of Indiana’yı ve hazırladıkları
‘Şampiyonlar süt içer’ kampanyasını fazlasıyla memnun
etmiştir.
Indy 500 gibi yarış dünyasının en
muhteşemleri arasında yer alan bir gösteri, dünyanın geri kalan
otomobil yarışlarından kendini ayrıştırmak için bir şişe
süte bel bağlıyor.
Bu süt şişesine bizim verdiğimiz
isim ‘görsel çekiç,’ tüketicilerin zihinlerine bir fikir
çakabilmek için en etkili yol.
Yeşil ceket
Profesyonel golf dünyasında, dört
büyük şampiyonluk vardır: (1) US Open, (2) British Open, (3) PGA
Şampiyonası ve (4) The Masters.
İlk üçünün ev sahipliğini büyük
golf organizasyonları yapar; ancak the Masters özel bir golf kulübü
olan Augusta National Golf Club tarafından düzenlenir.
Tahmin edin en yoğun ilgiyi bunlardan
hangisi görür? Elbette ki the Masters.
PGA turnuvalarını organize eden 38
başka golf kulübü var, ancak yalnızca Augusta, Georgia’da
düzenlenenin ‘önemli’ olduğu düşünülür. Sizce neden?
Bunun sebeplerinden biri yeşil ceket;
yani Masters Şampiyonası’nın sembolü.
Yeşil ceket geleneği 1937 yılına
uzanıyor. O yıl, Augusta kulübünün bütün üyeleri turnuva
sırasında yeşil ceket giymişlerdi, böylelikle izlemeye gelen
hayranları onlara soru sormak istediklerinde kolaylıkla ayırt
edebiliyorlardı.
Yeşil ceket, Masters’ın en
prestijli golf turnuvası olduğunun altını çizen bir görsel
çekiç.
‘Eski püskü’ bir yeşil ceket
bile değerli. Bir zamanlar Masters şampiyonasının ilk galibi olan
Horton Smith’e ait yeşil bir ceket, geçtiğimiz yıl düzenlenen
bir açık artırmada 682 bin dolara alıcı buldu.
Pazarlama planlarının çoğunda
eksik olan ne?
Tüm meslekler arasında en fazla
görsel olarak yönlendirilmiş olanı pazarlama. Tipik bir pazarlama
planının çoğunlukla görsellerden ibaret olacağını
düşünebilirsiniz. Ama durum hiç de öyle değil.
Tipik bir pazarlama planı çoğunlukla
kelimelerden oluşur. Pazarlama buluşmalarımız çoğunlukla
kelimelerden oluşur. Pazarlama sohbetlerimiz çoğunlukla
kelimelerden oluşur. Markalarımızın konumlandırılması da
genellikle kelimelerle yapılır.
Pazarlama mensuplarının çoğu,
sözcüklerin görsellerin sahip olmadığı bir gerçekliğe sahip
olduğunu düşünür. Pazarlama programlarının birçoğunun asli
amacı, marka için konumlanma rekabeti kuvvetli söz öbekleri
geliştirebilmektir. Sonra da bir odak grubuna bu ifadeyi, birçok
farklı alternatifiyle birlikte sergilemek.
Sözcükler görseller gibi değil
Jonag Lehrer, ‘Imagine: How
Creativity Works’ başlıklı kitabında, New York şehri için bir
reklam kampanyası hazırlanması istenen Milton Glaser’ın
hikâyesinden bahsediyor.
Beyaz arka plan üzerine el yazısıyla
işlenmiş ‘New York’u seviyorum’ sözlerine karar verir
Glaser. Tasarımı anında onaylanır. Söylediğine göre kampanyayı
herkes sevmiştir.
Buna rağmen, birtakım kararsızlıkları
vardır. Hal böyle olunca grafik sanatı külliyatının en çok
taklit edilen logolarından biri haline gelen ‘I (kalp) New York’
tasarımını hayata geçirir.
‘New York’u seviyorum’ ve ‘I
(kalp) New York’ tam anlamıyla aynı mesajı ifade eder, ancak
görsel olan bu mesajı daha duygusal bir şekilde yönlendirir ki bu
da aralarındaki en büyük farkı oluşturur.
Görseller beyninizin duygusal olan sağ
tarafını harekete geçirirken, sözlü ifadeler beynin mantıklı
olan sol tarafını uyarır. Görsel ve sözlü ifade aynı anlama
gelebilir ancak tüketici üzerinde kesinlikle benzer etkiye sahip
değiller.
Logo, görsel çekiç değildir
Marka logolarının yalnızca ve
yalnızca iki fonksiyonu vardır:
1. Görsel olarak ilgi çekici olmak ve
2. Markanın ayırt edilebilmesini sağlamak.
Bir ısırık alınmış beyaz elma
gördüğü zaman tüketici bilir ki o ürün Apple’ın elinden
çıkmıştır. Hepsi bu.
‘HP’ harflerinin yer aldığı bir
daire, tüketiciler için söz konusu ürünün Hewlett-Packard
tarafından yapıldığının göstergesidir. Hepsi bu.
Görsel çekiçse, öte yandan, marka
hakkında dikkate değer bir şey söyler.
Bir polo oyuncusu, Ralph Lauren’in
üst düzey bir marka olduğunu söyler.
‘Dağlılar’ Evian sularının
Fransız Alplerinden geldiğini söyler.
Şişenin şekli, Coca-Cola’nın
orijinal, hakiki kola olduğunu söyler.
Misket limonu, Corona’ın tek gerçek
Meksika birası olduğunu söyler.
‘Posta arabası’ Wells Fargo’nun
sinir bozacak kadar uzun süre boyunca finansal olarak istikrarlı
konumunu sürdürebilen bir banka olduğunu söyler.
‘İskoç atı’, liderlik konumunu
pekiştirerek, Budweiser’ın Biraların Kralı olduğunu söyler.
2014 yılı dahil geçtiğimiz 15 yıl
içinde, İskoç atlarını gösteren Budweiser reklamı tam beş kez
USA Today Ad Meter ödülünü kazandı. Bu zafer, kullanılan
enstrümanların görsel gücünün bir belirtisi.
Ne yazık ki yılın geri kalanında
marka, Budweiser için ‘biraz Buds kap!’, Bud Light içinse ‘hadi
bakalım’ gibi zararsız konseptlerle devam ediyor.
Neden daha çok marka görsel çekiç
kullanmıyor?
Çünkü kullanamazlar. Eğer bir
markanın özelleşmiş bir odağı mevcut değilse, spesifik bir
noktayı nakledecek görsel çekici geliştirebilmesi imkânsız.
Örneğin, Sony gibi dijital
kameralardan video oyunlarına, televizyon setlerinden kişisel
bilgisayarlara kadar her şeyi kapsayan bir marka için nasıl bir
görsel çekiç söz konusu olabilir ki?
Ya da Chevrolet için? Hani şu ucuz
arabalardan pahalı arabalara, spor taşıtlardan kamyonlara kadar
her şeyi üreten bir marka için tasarlanabilecek bir görsel çekiç
var mı?
Malboro’nun 1953 yılındaki
lansmanından önce, pazarın hakimi durumunda beş sigara markası
vardı: Lucky Strike, Camel, Winston, Chesterfield ve Philip Morris.
Bu beş markanın da hedef kitlesi hem kadınlar hem de erkeklerdi.
(O günlerde, neredeyse bütün sigara reklamlarında hem bir kadın
hem de bir erkek rol alırdı.)
Yetişkin erkeklerin yüzde 50’sinin,
yetişkin kadınlarınsa yalnızca yüzde 20’sinin sigara içtiği
bir pazarda böyle olması gayet makul. Çünkü düşünce şuydu:
“Erkeklere sahibiz, o zaman, kadınların peşine düşelim.”
Ama bu çok da akla yatkın sayılmaz.
Zihinlerde yer etmek için, daha özelleşmiş bir yaklaşıma
ihtiyacınız var. Bu yüzden Marlboro yalnızca erkekleri hedefledi
ve bunu yapan ilk sigara markalarından biri oldu. Odak noktası
buydu. Kovboy da bu sebeple işe koşuldu; ‘maskülen’ bir
sigarayı temsil etmek için.
Marlboro’nun başarısı ne durumda?
Bugün dünyanın en çok satılan sigara markası; iki numarada
bulunan Winston’ın satışlarının yüzde 130 daha fazlası.
Kendi pazarlama planınızı gözden
geçirmenin zamanı geldi. Planınızda bir süt şişesi bulunuyor
mu? Ya da yeşil bir ceket? Kovboy?
Neden olmasın? İnsan zihnine giden
yol, görsel çekiçten geçer.
Al Ries – Dünyaca Ünlü Marka
Uzmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder